Crimean Tatar Diaspora in Romania Crimean Tatar diaspora: August 2011

Tuesday, August 09, 2011

KIRIM “TATAR”LARI’NIN “DİYASPORA MİLLİYETÇİLİĞİ” (I)

KIRIM “TATAR”LARI’NIN “DİYASPORA MİLLİYETÇİLİĞİ” (I)

Sosyal “Bilimler”de giderek artan tırnak işaretleri, bilmiyorum sizin dikkatinizi çekti mi? Herşeyin daha da karmaşıklaştığı günümüzün “küresel” dünyasında giderek kayganlaşan, belirsizleşen anlamların bir sonucu da bu belki de… “Sosyal bilim”e “bilim” demek bile abes oldu. Aslında bu “bilim”in sonuna gelindiğine değil, eski “pozitivist anlamıyla bilim”in sonunun geldiğine, ama “gerçek dünya”yı daha iyi açıklayabileceğimiz yeni tür bilme yollarının açıldığına işaret. Bu anlamda tırnak işaretleri de artık herşeyi bize verildiği gibi sorgulamadan kabul edemeyeceğimizi, kavramlara bir tür çekince koyduğumuzu anlatmak için.
Bu tür bir giriş yapmamın nedeni birazdan anlatmaya girişeceğim tezimin arkasında yatan temel varsayımı önceden vermek ve yazının başlığıyla uyanan merakı biraz giderebilmek. Asık yüzlü gerçekten uzak teorilere ve dökümanlara gömülmekten çok, bugünümüzü açıklayan ve hayatımızı daha da iyiye götürmek için yollar öneren bir “bilimden” yana çıkarak, özellikle de “siyaset bilimi”nin gündelik yaşamla çok ilgili olması gerektiğini düşünerek yüksek lisans tezimi yazının başlığı üzerine yazmaya karar verdim. “Kişisel olan politiktir” den yola çıkarak araştırmam gereken konuyu bulmuştum: Bu dergiyi okuyan pek çok insan gibi bir Kırım Tatarı’ydım ama buna rağmen Kırım’da yaşamıyordum. Daha da önemlisi şu anda hepimize çok basit gelen bu gerçeğin büyük bir politik anlam taşıdığına inanıyordum.
Gerçekten de bu dergide ya da diğer Kırım Tatar dergilerinde on yıldır sık sık kullanıldığı gibi bizler “diyaspora”da, yani anavatanının dışında yaşayan bir milletiz. “Diyaspora” terimi genelde zorunlu “göçertme,” sürgünlük ya da göçmek zorunda bırakılma durumlarında daha sık kullanılmakta, bu anlamda da yine Kırım Tatarları bir diyaspora, çünkü anavatanından zorla çıkarılmış, sürülmüş bir halk. Tabii bu uzun seneler önce olmuş olabilir ve biz de bir tür normalleşme sürecinden geçmiş olarak bugünkü durumumuzdan ve Türkiye’den gayet memnun, hiç de bir tuhaflık görmüyor olabiliriz, ama bu yine de yaşadığımız gerçekliği ve bunun günümüze uzanan siyasi sonuçlarını değiştirmez.
Bu düşünceden yola çıkan tezimde Türkiye’deki Kırım Tatarları’nın diyasporadaki milliyetçiliğini işlemeye çalıştım. Aslında Kırım Tatarları’nın milli mücadelesi çok köklü bir tarihe sahip ve Kırım dışında, eski Sovyetler Birliği, Avrupa, Amerika ve Türkiye’yi kapsayan çeşitli coğrafyalarda birlikte sürdürülmüş. Karşılıklı etkileşimi içeren bu siyasi hareketin Türkiye’yle sınırlı kısmını göstermek biraz kuramsal soyutlamayı gerektiriyor, ama herşeye rağmen milli mücadelenin ortak amaç ve söylemler dışındaki farklılaşmalarını göstermek açısından yararlı bile oluyor. Yani sınırlar ötesi tek bir Kırım Tatar milli mücadelesinden söz edebileceğimiz gibi, aynı zamanda bu mücadelenin farklı coğrafyalarda ve maddi koşullarda şekillenen farklı türlerinden(versiyon) de bahsedebiliriz. Bu yönde düşünürsek aslında diyasporadaki Kırım Tatar milli mücadelesi aynı ortak kökenlerden yola çıkmasına rağmen Türkiye’de geçen uzun yıllar sonucu başlı başına bir hareket olarak ortaya çıkmış, bu hareketin diğer pek çok kolundan farklılaşmıştır, farklı bir organizasyonu ve söylemi vardır. Aslında bu anormal bir durum değil, yeryüzünde pek çok diyaspora ulusunda görülen doğal bir olgudur.
Farklılığın en büyük nedeni aslında diyaspora milliyetçiliğinin de diyasporanın yapısı gereği diğer milliyetçiliklerden farklı olmasıdır. Diyaspora ister istemez üç ayak üstünde durur: Anavatan, konuk eden ülke- ki zamanla ikinci bir anavatan haline gelir ve diyaspora topluluğu (cemaat). Sosyolojik olarak bir millet olan diyaspora topluluğunun (çünkü aynı etnik kökenden geldiğine inanır) ya bağımsız bir devleti yoktur ya da o devletin içinde yaşamıyordur. Yani bir bu uluslararası düzende bir millet olmanın siyasi gerekliliklerini yerine getiremiyordur, üstelik iki anavatana karşı bağlılık duymakta, kendisini iki toplumun da parçası olarak hissetmektedir. Diğer bir deyişle, kelimenin hem maddi hem manevi anlamıyla “sınırlarötesi bir ulus”tur. Ulusların “ulus-devletler”in sınırlarıyla tanımlı olduğu bir uluslararası düzen aslında takdir edersiniz ki diyaspora milletler için pek ideal bir durum yaratmamaktadır. Bu nedenle uluslararası düzenin kurallarını “realistçe” kabul eden diyasporalar da diğer herkes gibi ya kendi ulus-devletlerini kurmak için çaba gösterirler, ya da varolan ulus-devletlerini güçlendirmek için. Bu yüzden dağılmış, yarı asimile olmuş ve içinde bulundukları toplumla melezleşmiş topluluklar oldukları halde diyasporaların milliyetçi söylemleri hem de en keskin şekliyle yeniden ürettiklerini görürüz.
Diyaspora milletinin temel durumunu ve çelişkilerini saptadıktan sonra kendime şu soruları sordum? Neden (Türkiye’deki) Kırım Tatarları’nın milliyetçi hareketleri 90lardan sonra artış göstermiştir? Derginiz Kırım 1992’de yayınlanmaya başladı, Emel şimdi yayınına ara vermesine rağmen 1999’a kadar yayınını sürdürdü, derneklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken otuzlara yükseldi, pek çoğu bültenler yayınlamakta. Pek çok vakıf kuruldu, bir enstitü çalışması oldu. Bunların en önemli sebebi Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Bolşevik Devrimi ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra üçüncü defa anavatanın bağımsızlığı için tarihi fırsatın doğmuş olmasıdır. Gerçi Kırım Tatarları ilk defa olarak “mefkure”lerine o kadar uzaktadırlar ki, düşününüz, değil Kırım’ı bağımsızlığa kavuşturmak, anavatanda değillerdir bile, hepsi çoluk çocuk sürülmüştür, yarısı yokedilmiştir … 1990larda sürgündeki Kırım Tatarları’nın vatana dönüş mücadelesi diyasporanın da gündemini oluşturur. Bu nedenle1980lerde yeni bir kadroya emanet edilen ve soğuk savaşın son yıllarında hızlı bir değişime giren Türkiye diyasporasındaki milli mücadele de 1990’larda hız kazanır. Kırım Tatar milli mücadelesine Türkiye’deki siyasi yelpazenin her kesiminden aktivistler ve özellikle gençler katılır. Daha önceden Müstecip Ülküsal’ın liderliği altında tek bir koldan ilerleyen ilerleyen milli mücadele de çeşitlenmeler başgösterir. Kırım Tatarları’nın milli mücadelesi internete taşınır, daha çok genç insanlar sanal ortamda anneannelerinin göç ve sürgün hikayelerinden, Tatarcayı unutmamanın gereklerinden, Kırım haritasının tüm Tatarca yer isimleriyle tekrar tamamlanmasından, Kırım’a yaptıkları gezilerden, sürgünden dönen Kırım Tatarları’nın yaşam mücadelelerinden, metropol şehir İstanbul’da evlenecek Kırım Tatar kızı bulmanın zorluklarına kadar pek çok konuda dertleşirler.
Aslında diğer diyasporalarda olduğu gibi Kırım Tatar diyasporasında da milliyetçi yükselişi bir yönden küreselleşmenin getirdiği bazı süreçlerle açıklamak mümkün, nitekim en başta Sovyetler Birliği’nin dağılması bile küreselleşmeyi hızlandıran süreçler arasında sayılabilir, dünya artık bölünmüşlükten kurtulmuştur. Gerçi bir yazarın da dediği gibi “küreselleşme bir klişe olmuştur, ama her klişede de bir gerçek payı vardır.” Küreselleşmenin getirdiği en önemli süreçlerden biri sağ/sol ayrımının gittikçe belirsizleşmesi ve kimlik sorununun siyaset gündemine oturmasıdır. Artık daha önce Kırım Tatarı olduğunu vurgulamayan pek çok insan Kırım Tatarı olduğunu açıklamakta ve bunun üzerinden politika yapmaktadır. Bu insanlar mücadelenin eskileri tarafından yarı sevinç yarı şüpheyle karşılansa da artık Kırım Tatar milli mücadelesinin de bir kimlik politikası haline geldiği ve tek bir isim altında özetlenemeyecek şekilde çeşitlendiği açıktır. Bunun en büyük göstergesi Kırım Tatar milli mücadelesinin Müstecip Ülküsal’ın ölümünden sonra (aslında Ülküsal’ın son yılları da dahil) bir liderlik sorunu yaşaması ve herkes tarafından meşru kabul edilen bir liderde birleşememesidir.
Kırım Tatar milli mücadelesinin hızlanmasında bir başka sebep de tabii ki 1980’lerde dünyadaki gelişmelere koşut olarak Türkiye’de de esen neo-liberal rüzgarlar, demokratikleşme, fikir ve örgütlenme özgürlüklerinde artış söylemleridir. Türkiye Cumhuriyeti ile Kırım Tatarlarının ilişkisi aslında ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Kırım Tatarları etnik, kültürel, din, dil, mezhep, tarih gibi pek çok yakınlık nedeniyle kolayca “Türk” kimliğini benimsemişler (Kırım’da, Orta Asya’da, Amerika’da, Almanya’da Romanya’da kendilerine çoğunlukla “Kırım Türkü” değil “Kırım Tatarı” demekteler) ve her fırsatta Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılıklarını dile getirmişlerdir, hatta Kırım Tatarı olduklarını vurgulamaya çok da gerek görmemişlerdir. Bu anlamda Kırım Tatarları ile benzer koşullarda göç eden Çerkeslerdeki (alt)kimlik bilinci Kırım Tatarları’nda fazla görülmemektedir. Dahası Türk milliyetçiliğinin en önemli savunucuları olmuşlardır. İsmail Bey Gaspıralı Türkiye’deki Türk milliyetçilik hareketinin bayrak ismi olmuştur, Kırım Tatarları ise buna değil itiraz etmek bilakis bunu kendileri desteklemişlerdir. Aslında Kırım Tatarlarının Türk milliyetçiliğine kendi milli mücadelelerini eklemleme tarihleri, pratikleri ve bunun sonuçları yine ayrı bir inceleme konusudur. Fakat şurası açıktır ki Kırım Tatar diyaspora milliyetçileri aynı zamanda Türk milliyetçileri olagelmiştir, bizim analitik nedenlerle yaptığımız Kırım Tatar milliyetçiliği-Türk milliyetçiliği arasındaki ayrım onlar için zaten yoktur. Bütün bunlara rağmen Kırım Tatarları “Viyana’da Kırım Hanı’nın ihaneti”nden tutun da bazı kişilerin Kırım Tatarlığından dem vurularak “Türke düşman” gibi gösterildikleri birçok saldırılara arada sırada maruz kalmaktalar. [1] Bu da diyasporanın topluma entegrasyonunu tam anlamıyla gerçekleştirdiği durumda bile konuk eden toplumda yine de farklı bir kitle olarak algılanageldiğini göstermektedir, fakat bu hiç bir zaman toplum çapında bir ayrımcılığa dönüşmemiştir, zaten Türk toplumunda kimlikler Osmanlı’dan beri politik anlam taşımadan rahatlıkla ifade edilegelmiştir, berberin Arnavut, hamalın Kürt, karşıda oturan yaşlı kadının Tatar, yeni gelinin Çerkes, vb. olduğunu söylemekten kimse çekinmez. İşte Tatarlar da uzun süre bu sayede kimliklerini korumuşlardır. Yeni gelen muhacirlere Osmanlı İmparatorluğu “Tatar” demektedir, çünkü “Tatar” dedikleri Kırım Hanlarının tebasıdırlar, farklı görünmekte, biraz farklı konuşmaktadırlar. Ama hepsi hepsi odur. Bu sosyolojik “Tatar” kimliği her ne kadar ikincisine kaynaklık etse de şüphesiz politik “Kırım Tatar” kimliğinden biraz farklıdır. Diyasporadaki Kırım Tatar kimliği Kırım’ı, Türkiye’yi ve bu sadece “bir zamanlar dedeleri uzak bir yerlerden, “Kırım, Moskof, Dobruca,Rusya, Romanya, ya da ona benzer bir yerlerden” gelen “sosyolojik olarak Tatar” olan kitleyi her daim hesaba katmak zorunda olan ince bir ayardır.
Aslında bu diyaspora halklarının kaderidir. İçinde bulundukları topluma tamamiyle “entegre” olmuş (Türkiye’de doğmuş, anadili İstanbul Türkçesi, Türkiye’deki sosyal, siyasal, kültürel yaşamın ayırdedilmez parçası değil miyiz hepimiz?) , ama asimile olmamışlardır (Hala Kırım Tatarlığı diye bir şeyden söz ediyoruz, dergilerimiz, derneklerimiz, vakıflarımız, kendi lehçemiz var) Hala Kırım’a “platonik” de olsa (gitmesek de görmesek de!) bir bağlılık hissederiz, kimi zaman yardım toplar göndeririz, Kırımlı konuklar ağırlarız, oradaki siyasi hayat hakkında fikir beyan ederiz. Aslında hiç de küçümsememeli; Kırım’daki Kırım Tatar Milli Meclisi’nin ve Milli Areket Teşkilatı Partisi’nin Türkiye temsilcileri mevcut, Türkiye’nin (ki kimse bir dış politika dahisi olduğunu ileri süremez) Kırım’a ilgisi ve ordaki hareketin finansal yönden desteklenmesi yönünde Kırım Tatar diyasporasının çabaları küçümsenecek gibi değil. Aslında biz bir diyaspora olarak yine de yeterince ilgili, örgütlü olmayabiliriz (Ermenilerle karşılaştırıldığında mesela!), ama sonuçta bir diyaspora hareketinin temel şartlarını göstermekteyiz ve dolayısıyla diyasporanın ikilemlerini de yaşamaktayız. Annesi Kırım babası Türkiye olan bir çocuk gibiyiz. Türkiye’deki Kırım Tatarları için aslında “Kırım Türkü” adı dahiyane bir çözüm! Toplulukların kendilerini adlandırmaları çok şeyi gösterir. Kimlikler zamana ve mekana göre oluşturulur ve bu yönüyle siyasidir. Sırf “Kırım Türkü” adlandırması bile Türkiye’deki Kırım Tatar milliyetçiliğinin diğer örneklerinden farklı(distinct, not separate) olduğunu gösterir (bağımsız değil) ve kendi başına bir inceleme konusu, bir tarih, bir siyasi çizgidir, ortak amaç bir olsa da diyaspora koşullarından kaynaklanan kendine ait önderleri, prensipleri, koşulları, ideolojisi vardır. Kırım Tatarlarının diyaspora milliyetçileri Türkiye’yi Kırım’a, Kırım’I Türkiye’ye feda edemez, sonra da Türkiye için aynı hassasiyeti Kırım’daki, Amerika’daki, Romanya’daki, Özbekistan’dakilerin de göstermesini bekler, onlardan bunu görmeyince şaşırırlar, neden “Kırım Türkü” adını tercih etmediklerini anlayamazlar, oysa bu özellikler Türkiye koşullarında edinilmiş ama milli kimliğimizin de bir parçası olmuş unsurlardır, diyasporanın diğer dallarının ya da ana topluluğunun koşulları tamamen farklıdır. Bu yüzden diğer diyasporalar veya ana topluluk da Türkiye’deki Kırım Tatarlarını bu adlandırma yüzünden yargılamamalıdır. Nitekim son zamanlarda Kırım Türk- Tatarları ya da sadece Kırım Tatarları adını tercih edenler de vardır Türkiye’de. Aslında Kırım Tatarları arasında bunun o kadar önemli olmadığı, önemli olanın aynı milletten olma bilinci ve birlikte iş yapabilme, örneğin sürgündeki Kırım Tatarlarının geri dönmesini sağlama olduğu düşüncesi de yaygınlaşmıştır.
Öyleyse, burda daha çok örneklerle açıklamaya çalıştığım savımda, diyaspora milliyetçiliğinin farklı bir milliyetçilik türü olmasının yanında, aslında küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkmış olduğuna işaret ediyorum. Burda tabii küreselleşmeyi hiç de basitçe tanımlandığı gibi herkesin kot pantolon giyip hamburger yediği bir aynılaşma süreci değil, aynı zamanda farklılıkların da belki de gereğinden fazla su yüzüne çıktığı, ekonomik, siyasi ve kültürel boyutları olan karmaşık bir süreç olarak kabul ediyorum. Bu karmaşık süreçler artık asimile olmuş, Tatarcayı unutmuş, Kırım’ı unutmuş, Türkiye gündemine gömülmüş dediğimiz Kırım Tatarları’nın bir asırlık diyaspora mücadelesini sırtlanmasına ve Kırım’ı yeniden hatırlamasına sebep oluyor. Bu uyanışın ne kadar güçlü olduğu, neler başarabileceği ve geleceğinin ne olacağı ise henüz belli değil.
Buraya kadar yüksek lisans tezimdeki ilgi çekebilecek fikirlerden akademik bir uslupla değil, ama bir denemeci üslubuyla karmakarışık bahsetmeyi uygun buldum, böylece benim bu konuda duyduğum heyecanı da sizlerde de uyandırmayı umdum. Kuşkusuz tezim bittiğinde başladığım zamandan daha çok soruyla karşı karşıya kaldım, öncekilere verdiğim cevapların da Türkiye’deki Kırım Tatar diyaspora milliyetçiliğine getirilebilecek tek yorumlama olduğunu iddia etmiyorum, hatta sadece bir giriş çalışması, daha doğrusu konuyu her türlü araştırmaya açmak amaçlı olduğunu özellikle belirtiyorum.
Tabii burada özellikle belirtilmesi gereken önemli bir konu da diyasporanın hepsinin bilinçli olmadığı ve aslında çok az bir kesimin milliyetçi olduğudur. Dolayısıyla söylediklerimiz bu az bir kesim için geçerli. Aslında milliyetçilik bir elit hareketidir, halklar durup dururken milliyetçi olmazlar, bazı liderler çıkıp halkı milliyetçi ideoloji etrafında örgütler. Kırım Tatar diyaspora milliyetçiliği de böyle bir elit hareketiyle ortaya çıkmış ve maalesef uzun süre bir kadro hareketi olarak kalmak zorunda bırakılmıştır, ancak son yıllarda Türkiye’de sivil toplumun güçlenmesiyle birlikte tabanıyla daha çok ilişki kurduğunu gözlemlemekteyiz. Yine de Kırım Tatar diyaspora milliyetçiliği bu sınırlı kesimin, milliyetçi elit ve entellektüellerin uğraşıdır.
Bununla bağlantılı olarak tezimde bu elitin düşünce ve eylemlerini anlamaya çalıştığımdan çıkan süreli yayınların içerik analizi ve önde gelen aktivistlerle görüşmeler gibi niteliksel metodlar kullandım. Bu vesileyle bana yardımcı olan herkese teşekkür etmek isterim.
Tezimde Kırım Tatarlarının diyasporadaki milliyetçi aktivitelerini tarihsel olarak sıralıyor ve bunları diyaspora milliyetçiliği kavramı yardımıyla anlamaya çalışıyorum. Tezin akademik amaçları yanında siyasi amacı Kırım Tatarlarının milli mücadelesini yeniden düşünmek, şu andaki durumu anlamaya çalışmak ve özellikle Türkiye diyasporasındaki Kırım Tatarlarının gelecekteki milli mücadelesinin kuramsal arka planının hazırlanmasına katkıda bulunmaya çalışmaktır. Aslında bir gizli amacı da “tarih”in yanında “siyaset bilimi”nin de yararlılıklarına Kırım Tatar diyaspora milliyetçilerinin dikkatini çekmektir…
[1] En son örnek Gündüz Azak’ın 02.10.2000 tarihli Türkiye gazetesinde Çetin Altan ve oğulları Mehmet ve Ahmet Altan ile Aziz Nesin’i Türklüğe düşman olarak tanımlayıp bunu yazarların Kırım kökenliliğine atfetmesi ve sonuç olarak bunun “Kırım kökenli entellerin” sık yaptığı bir şey olduğu kanısına varmasıdır. Yazar yazısını bu “Kırım kökenli entellere” “hadlerini bildirmek” (!) için olsa gerek, “Kırım Hanlarının Osmanlı’nın valisi oldukları” gibi alakasız bir bilgiyle(!) bitirir.